top of page
mk.png

Pozitif Hukukun Doğal Hukuka Üstünlüğüne Liberteryen Bir Bakış

  • Yazarın fotoğrafı: Merve Karataş
    Merve Karataş
  • 25 Tem
  • 4 dakikada okunur

Doğal hukuk savunucuları der ki:"Fiat iustitia, pereat mundus" – Adalet yerini bulsun, isterse dünya yok olsun.


Oysa pozitif hukukçu şöyle der:"Fiat lex, fiat ordo" – Yasa olsun ki düzen olsun.


ree

Bugün liberteryenler arasında, liberteryenlerin pozitif hukuka toptan savaş açması gerektiği yönünde bir algı oluşturuluyor.


Peki bu neden koca bir safsatadır?


  1. Her liberteryen, liberteryen olmak için ahlaki nesnelci olmak zorunda değildir. Bir liberteryen hukuka sonuççu veya araçsalcı da yaklaşabilir.


  2. Pozitif hukuk illa ki merkezi bir hukuk sistemini zorunlu kılmaz. Pozitif hukuk = devletçilik bağını kurmak bu açıdan hatalıdır. Çünkü burada tartışılan, hukuk ve ahlak felsefesi arasında bir köprü kurmaktır; kurumların nasıl dizayn edileceği bu tartışmanın konusu değildir. Örneğin özel hukuk sağlayıcıları, hukuki ilkelerini dünyevi ve işlevsel kurallar temelinde piyasaya sürebilirler. Pozitif hukuk, devleti zorunlu kılmaz. Bu örneği anarşokapitalistler için versem de liberteryen olmak için anarşokapitalist olmak gerekmez; minarşist olup pozitif hukuku savunabilirsiniz.


Sonuç olarak varmak istediğim yer şudur:


Her doğal hukukçu liberteryen değildir. Çünkü doğal hukukçular arasında otoriter eğilimliler de olabilir. Der ki: “Benim evrensel ahlak tanımım bellidir.” Ancak bu evrensel dedikleri şey de öznel olacaktır ve herkes tarafından kabul görmeyecektir. Örneğin şeriat, Dharma Şastra, Lama Budizmi temelli yasalar evrensellik iddiasındadır; ama pratikte öznel kalırlar.

Bu tür yaklaşımlar, “evrensel doğru benimki” diyerek diğer her kuralı “batıl” ilan edebilir. Batıl gördüklerine savaş açma hakkını kendilerinde görebilirler. Çünkü tek ahlaki doğruyu bildiklerine inanırlar ve bunu etik olarak meşru sayarlar. Bu, kendi otoriter rejimlerini kurmanın da önünü açar.


Bir tür tanrı kompleksidir bu.


Dolayısıyla:Her doğal hukukçu liberteryen değildir.Hatta tam aksine, doğal hukukçular otoriterliğe meyilli bir kibre kolayca kapılabilirler.


Aynı şekilde, her liberteryen de doğal hukukçu değildir.Faydacı, pozitivist, sözleşmeci liberteryenler de vardır.Şahsen benim yakın olduğum taraf da budur.


Özellikle son günlerde çok konuşulan “suça sürüklenen çocuk” meselesi beni bu konularda derin düşüncelere itti. Bir kesim var ki, Garipoğlu ile empati kurmazken, Minguzzi’nin katilleriyle empati kurdu. Oysa iki taraf da cinayet işlediğinde reşit değildi. Toplumsal tepki farkında, Minguzzi’nin katillerinin sosyoekonomik olarak dezavantajlı görülmesi; Garipoğlu’nun ise “beyaz Türk” gibi algılanması etkili oldu.


İnsanların anlayamadığı nokta şu:“Maddi koşullar” sadece ekonomik durum ya da konuştuğun dil değildir.


Senelerdir özel ilgi alanım olduğu için nörokriminoloji üzerine okumalar yapıyorum.


Eğer MAO-A’nın düşük aktiviteli alellerine sahipseniz, bu da bir “maddi koşul”dur ve sizin kontrolünüzde değildir.


İnsanlık tarihinde Herbert Weinstein gibi, nörogörüntüleme olmadan hapse atılan kim bilir kaç vaka vardır.


Peki pozitif hukukun görevi,“Kimin genetik yapısında monoamin oksidaz-A daha baskın, kim aklen sağlıklı olduğu hâlde sadece yoksulluk yüzünden suç işledi?” gibi sorulara tanrısal bir isabetle cevap vermek midir?


Benim bu soruya cevabım: Hayır.


Neden hayır?


Çünkü dünyada hiçbir birey, kimin ne kadar dezavantajlı olduğunu nesnel biçimde belirleyebilecek mutlak bir otoriteye sahip değildir.


Belki sen yoksul bir ailede büyüdün ama sevgi gördün. İki sokak ötedeki çocuk villada yaşarken istismara uğradı. Belki sen etnik azınlık ve eşcinsel olarak doğdun ama Bel-Air’de bir ünlünün çocuğuydun. Başka biri Pakistan’da çoğunluk olan bir gruptan gelerek orta sınıf bir ailede büyüdü, sonra Compton’a taşındı ve seninle aynı hukuk sistemine dahil oldu.Yan komşun seninle benzer koşullarda yaşadı ama beynindeki empati bölgesini etkileyen genetik bir bozukluk taşıyor – bu da onun elinde değil.


Gerçek hayat, siyah-beyaz olmaktan çok uzak.


Avantajlı–dezavantajlı ayrımı net çizgilerle yapılamaz.


Hiçbir insan bu alanları mutlak bir nesnellikle tartamaz.


Bu durumda hukuk için önerilebilecek tek akıllıca şey şudur:


Tanrı’yı oynayacak bir kibirle yola çıkmamalı. Hukuk, çağın koşullarına göre revize edilebilmeli. İnsan eliyle yapıldığının ve nihai hedefinin toplumsal düzen ve medeni yaşam olduğunun farkında olunmalı.


Bu da doğal hukukla değil, pozitif hukukla mümkündür.


Doğal hukuku savunan dincilere, kutsal kabul ettikleri bir figürün çocuk yaşta evliliklerini sorun. “Dönemin şartları” derler. Bunu söyledikleri an, ahlak setlerinin evrensel ve zamanı aşan bir yapı olmadığını kendileri itiraf etmiş olurlar.


Yapay zekânın ilerleyişiyle birlikte pek çok yeni etik problem ortaya çıkmıyor mu?


Elbette çıkıyor.


Hiçbir doğal hukuk anlayışı, orta çağdan kalma hiçbir ahlak öğretisi bu yeni sorunlara objektif ve kesin çözümler sunamaz.


İnsanlık bu yüzden, er ya da geç pozitif hukuku kabul etmek zorundadır.


Pozitif hukukun insan eliyle yapıldığını kabul etmek de burada kilit önemdedir.Tam da bu yüzden modern dönemde pozitif hukuk sekülerleşmenin aracıdır.


Orta Çağ’daki lex divina (ilahi yasa) ve ius naturale, tanrısal bir kaynağa dayanır.Bu kurallar çalışmadığında nasıl optimize edeceksiniz? Bu bile başlı başına bir tür blasfemi (küfür) sayılır.

Zamanın koşullarına adapte olması zor olan katı kurallar, topluma sadece zarar verir.Evrimsel süreçte de adapte olamayan elenir.


Stephen Hawking’in bir sözü vardır: “Intelligence is the ability to adapt to change.”(Zeka, değişime uyum sağlama yetisidir.)


Seküler devlet, ius positivum humanum (insan eliyle yapılmış yasa) anlayışıyla kutsaldan değil, akıldan beslenir. Bu da gelişime daha açık olmasını sağlar.


Elbette bu, pozitif hukukun kusursuz olacağı anlamına gelmez.


Merkezi devletlerde asimetrik güç yozlaşmaya açıktır.Ama çözüm, hukukun kurumsal özerkliğini sağlayacak reformlardır.Pozitif hukuku tümden reddetmek değil.

Bu kurumsal planlama, oyun teorisi çerçevesinde yapılmalı ve gücün yozlaşmaya meyilli olduğu gerçeği hesaba katılarak dizayn edilmelidir.


Hobbes, Leviathan’da şöyle der: “Auctoritas, non veritas, facit legem.” (Hukuku hakikat değil, otorite yapar.)


Zaten yasaları insanlar yapar ve yapacaktır. Çağlar, ekonomiler, meslekler değişecektir. Belki 1000 yıl sonra insanlar yapay uteruslardan doğacak.


Sorun, insan eliyle yasa yapılması değil. Sorun, bu yasaları yozlaşmadan nasıl sürdüreceğimizdir.


Türk hukuk sistemine somut bir örnek: Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda Adalet Bakanı'nın oy hakkı olmamalıdır. Hatta kurula üye bile olamamalıdır. Çünkü Adalet Bakanı, siyaseten belirlenen bir makamdır.


Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Üzerine daha nice yazılar yazılır.


Derdimi anlattığımı düşünüyorum.


Son söz:

Doğal hukuk, seküler olsa da olmasa da, insanoğlunun tanrı kompleksinden başka bir şey değildir.

bottom of page